
Depremin üzerinden 8 ay geçti. Ölü sayısı kayıtlarda 73 bin; fakat depremi yaşayanlar 200 binin iyimser bir rakam olduğu kanaatinde.
________________________________________
MUZAFFERABAD - ‘Depremin üzerinden çok az zaman geçmişti. Dağlardan indirilen hayatta kimsesi kalmamış yetimler, önce Muzafferabad'a getiriliyor, oradan İslamabad'daki yetimhaneye naklediliyordu. Ben de bütün hayatlarını geride bırakan ve nereye gittiğini bilmeyen bir minibüs dolusu çocukla yola çıktım. 6-7 saat süren yol boyunca ne zaman arkama dönüp baksam geride bıraktığımız yolları izleyen acılı gözler gördüm. Saatlerce sessiz sessiz ağladılar. Bu sahneyi unutmak da anlatmak da çok zor…" Pakistan depreminde kurtarma faaliyetlerine katılan İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı (İHH) görevlilerinden biri Hüseyin Oruç. "Ne zaman yetimler hakkında konuşmaya başlasam, anlatacaklarım yarım kalıyor." demesi, şahit olduğu acıların onda açtığı yaralardan kaynaklanıyor.
Pakistan depreminde, Keşmir'in dağları ve o dağlara serpiştirilmiş yıldızları andıran evlerle birlikte milyonlarca insanın hayatı da çöktü. O günlerde Mansera'dan, Balakot'tan, Muzafferabad'dan pek çok haber geldi Türkiye'ye. Dağlar çökmüş, kimilerinin bedeni, kimilerinin hayalleri kalmıştı altında. Gidenler, geride sayıları 35 bini bulan yetim bırakmıştı. Dağlardan kardelen misali toplanan acılı, korku içinde, kimsesiz 35 bin çocuk. Ve gidecek bir evi olmayan milyonlarca insan...
En büyük yardımı yapan ülkelerden biri Türkiye'ydi. Hem 17 Ağustos depreminin acısı hem de Kurtuluş Savaşı sırasında gönderecek parası olmadığı için çocuğunu satılığa çıkaran Pakistanlı kadına duyulan minnet borcu unutulmamıştı. Kalbinden vurulan Keşmir'den gelen haberlere dayanmak da mümkün değildi elbette. Depremin üzerinden 8 ay geçti. Muzafferabad sokaklarında yığılıp kalan evlerin enkazı, aradan geçen zamana inat olduğu gibi duruyor hâlâ. İnsanlar sessiz, mütevekkil geçip gidiyor yıkıntılar arasından. Tek başlarına ayağa kalkacak kadar güçlü olmasalar da başlarını dik tutmayı başarıyorlar.
Depreme, Ramazan yardımı götürdükleri Muzafferabad'a ulaşmak üzereyken yakalanan İHH ekipleri, ilk günden beri Keşmirlilerin de Pakistan yönetiminin de en yakın dostu adeta. 8 ay içinde yapılan tam teşekküllü 3 hastane, binlerce insanın sığındığı İslamabad, Muzafferabad ve Mansera'daki çadır kamplar, deprem konutları, milyonlarca insanın faydalandığı gıda, giyecek ve sağlık yardımı İHH imzası taşıyor. Sarsıntının şoku yavaş yavaş atlatılsa da yardımlar sürüyor. Aylardır kamplarda kalan Pakistanlılar köylerine geri dönerken yanlarına çadırlarıyla beraber bir yıl geçinebilecekleri kadar para ve en az bir ay idare edecek erzak veriliyor.
İHH faaliyetlerini gönüllüler aracılığı ile yürütüyor. Depremin ilk günlerinde yardım çalışmalarına katılanların sayısı yüzleri bulmuş. Doktorlar dağlarda tedavi edecek hasta ararken dünyanın dört bir yanından yardım için gelenlerden kimi enkaz altında kalanlara kimi her şeyini kaybeden çocuklara koşmuş. Giderken yardım malzemesi, dönüşte yetim ya da hasta taşımışlar sırtlarında. Aylarca Muzafferabad'da kalan Ali Çiftsüren ve Hamza Dinçer hem arama kurtarma çalışmalarında hem kampların kurulmasında görev almış. Her ikisi de üniversite eğitimi için gelmiş Türkiye'den. Ali 3 yıldır burada. Hamza ise depremden 1 gün önce inmiş İslamabad'a. Sokaklarda aylar sonra gülen yüzler görmeye başladığını söyleyen Ali, Keşmir bölgesinde ilk zamanlar bir insanın 24 saat ağlamasına yetecek hüzün ve keder olduğunu anlatıyor: "Gündüz sağlık hizmeti veren doktor ağabeyler geceleri ağlayarak geçiriyorlardı. Acılarını bir nebze olsun hafifletmek içindi tüm gayretimiz."
7 Ekim'de meydana gelen depremi takip eden günlerde öyle büyük acılara şahit olmuşlar ki, haftalar boyunca bir iki saatlik uyku ile idare etmek kimseye zor gelmemiş. Artık İslamabad'a okuluna dönmüş olsa da o günlerden geriye pek çok fotoğraf kalmış zihninde. 'Mesela' deyince bir yetim hikayesi anlatıyor: "Depremin ilk haftası Muzafferabad'daki kampa 4-5 yaşlarında bir çocuk geldi. Hiç durmadan ağlıyordu. Evi dağ köylerinden birindeymiş. Muzafferabad'a nasıl geldiğini kimse bilmiyordu. Urduca konuşamadığı için ne dediğini anlamıyorduk. Sonunda onu anlayan birini bulduk. Hıçkırıklar içinde 'Annem yok, galiba babam da... İki kardeşim vardı onları da hiç görmedim' diyordu. Tüm ailesini depremde kaybetmiş." Dağlarda yaşanan binlerce örnekten biri bu Ali'ye göre. Çünkü hâlâ ulaşılamayan köyler, yardım edilemeyen insanlar ve muhtemelen buna benzeyen pek çok hikâye var.
6 ay Muzafferabad'da kalan Hamza için de en unutulamaz olan yetim çocukların yaşadıkları. Biri kucağında diğeri dizlerine yapışmış iki küçük kardeşi ile yardım isteyen bir çocuk geliyor gözlerinin önüne. Bir de yetimlerin İslamabad'a gönderildikleri gün Muzafferabad'da kalan yakınlarının döktüğü gözyaşları. Hamza, Pakistan halkının sarsıntıyı kolay atlattığı kanaatinde. Depremden aylar sonra dağlardan yürüyerek gelen, kırık kolu ya da bacağı yolda kaynayan yüzlerce insan görmüş. Bu sebeple uzun zaman sonra yüzlerin güldüğünü görmek onu çok mutlu ediyor. Keşmir'de yüzlerce insanın başlattığı çalışmaları şimdi çadır kampta kalan iki genç sürdürüyor. Türkiye'den iki ay önce gelen Mustafa Olgun ve Reşat Başer güne çocuklarla beraber başlıyor. Kampın temizliğinden okuldaki derslerin düzenine kadar her şeyle ilgilenseler de gelmelerinin öncelikli sebebi Mart ayı sonunda açılan tam teşekküllü hastanenin kurulmasına yardım etmek ve çocuklarla oyun oynamak. Deprem zamanı ulaşılabilen en uç noktaya kurulan kampın artık boşaltılması gerekiyor. Buna rağmen 206 çadırda yaşayan 263 aileden hiçbiri henüz ayrılmamış. Ülkenin yemek ve temizlik alışkanlıkları bir Türk için çok zorlaştırıyor hayatı. Reşat ve Mustafa da geldikten bir ay sonra Afgan kampında doyasıya yemek yemiş. Bunu tebessümle anlatırken, 'Ama buradaki insanlar hele çocuklar bu şartlarda yaşayabiliyorsa bizim de yaşamamız gerek.' diye eklemeyi de ihmal etmiyorlar. Onları bir hafta sonra ayrılacakları Pakistan'a bağlayan da yine acısını gizleyemeyen bakışlar. Kendilerine Pakistan'ı soranlara duygularını ifade edememekten yakınıyorlar. Sessiz çığlıklar atan bakışlardaki manayı anlatmak mümkün mü ki… Urduca bilmiyorlar ama ne iletişim kurmak için ne de gözyaşlarına eşlik etmek için konuşmalarına gerek kalmış. Büyüklerin yanına oturup gözlerine bakmış, çocuklara sarılmış ve oyunlar oynamışlar. Şimdi tam dönüş zamanı gelmişken Pakistan'a tekrar gelme planları yapıyorlar.
DEPREM EN FAZLA ÇOCUKLARI VURDU
Depremzedelerin hayatını kolaylaştırmak için peş peşe projeler başlatan İHH'nın adı, Pakistan'da en fazla yetimlerle birlikte anılıyor. Kurtarma çalışmaları esnasında dağ dağ, köy köy dolaşan yüzlerce İHH gönüllüsü, yardım malzemesi götürdüğü köylerden yetim ve hastalarla geri dönmüş. Kadınların fuhuş, çocukların organ mafyasına kurban gitmemesi için yüzlerce gönüllü gecesini gündüzüne katmış. Bu hassasiyetin sonucunda şu anda Pakistan'da yetimhane açma ve Keşmir dışına yetim çıkarma yetkisine sahip tek kurum İHH. 4 ayrı şehirde bin civarında çocukla birlikte yüzlerce dul kadına ev sahipliği yapan yetimhanelere kısa süre sonra 3 yenisi eklenecek. Zira her hafta onlarca çocuk gelmeye devam ediyor ve rakam hızla yükseliyor.
Kadınlara ve çocuklara gösterilen bu ihtimam, savunmasız olmalarından kaynaklanıyor. Bir de en ücra köşelere kadar ulaşan misyoner kuruluşlardan. Yardım için gelenler teker teker ülkelerine dönerken kalanlar niyetlerini açık etmekten çekinmiyor. Nitekim geçen ay 'Bundan sonra misyonerlik faaliyeti yapacağız' açıklamasıyla 20 Pakistanlı işçinin istifasına yol açan kurum gösterilen adreslerden sadece biri. Depremden sonra çocukların yurtdışına çıkarılması resmen yasak olsa da kısa süre içinde binlerce çocuğun misyonerler tarafından kaçırıldığı söylentisi de kulaktan kulağa dolaşıyor. Bu ortamda İHH'nın açtığı 4 yetimhane ve açmaya hazırlandığı okul ve yeni kamplar Pakistan hükümetinin gözdesi durumunda. Sosyal Hizmet Bakanı Zübeyde Celal İslamabad'daki Aşiyan’da yapılan hemen her çalışmaya katılıyor. Gelen her yabancı misafire gezdirilen yer de yine burası.
Ellerinden tutulan yüzlerce yetimin acısını dindirmek ve yarınlarını güzelleştirmek için yapılıyor ne yapılıyorsa. Küçük bir şehri andıran ve adına kuş yuvası denen yetimhaneler korkudan; peş peşe temeli atılan okullar gelecekten emin olmaları için. Rawal Pindi'de, İslamabad'da, Haripur'da, Attarshesha'da rahat ve mutlu olmaları için her şey düşünülmüş. Taze süt içmeleri için 5 inekleri, ana okulundan liseye kadar okulları, oyun alanları, hastaneleri… Eğitimlerinin aralıksız sürmesi için uzun vadede bir üniversite de kurulacak. Yeni yetimhanelerin, okulların, köylerin inşa edileceği araziler hazır. Bütün bunlar daha çok taze olan acıları hafifletmeye yetmiyor yine de.
10 yaşındaki Ali Asghar kompozisyon ödevinde nehirden akan cesetleri anlatırken enkaz altından 3 gün sonra çıkarılan Hüma, 13 ameliyat geçirmesine rağmen hâlâ yürüyemiyor. Annesini, babasını kaybetmiş; yüksek dağların eteklerine kurulmuş, kıvrıla kıvrıla ilerleyen yolları, dağlardan akan buz gibi suları olan Keşmir'den evlerinin çok uzağındaki yetimhanelere getirilmiş küçücük çocukların ne düşündüğünü bilmek çok zor. Çünkü hissettiklerini anlatmak istemiyorlar. Yalnızlıklarını ancak kucağınıza aldığınız bir çocuğun başını saatlerce göğsünüzden kaldırmamasından ya da birine gülümsediğinizde çevrenizde aynı ilgiyi bekleyen onlarca çocuğun belirivermesinden anlıyorsunuz. Acılarını anlamak için gözlerine bakmanız gerekiyor. Çok erken büyümüş, mahzun gözlere. Büyük bir acı yaşandığı muhakkak ama ağlayan çocuk görmek bile zor.
PAKİSTANLI YETİMLERE TÜRK ABLA
Can kaybının yüz binleri bulduğu depremde bir neslin kaybedildiği söyleniyor. Kalanların hayata dönmesi içinse elden gelen yapılıyor. Acısını feryatsız figansız yaşayan deprem çocuklarının en iyi arkadaşı gönüllü ablalar. İslamabad'daki Aşiyan kampında bulunan ikisi Türk, ikisi Japon dört gönüllünün tek işi her an çocuklarla olmak. Pakistan hakkında çok az şey bilerek yola çıkmış Mine Karakaş ve Fikriye Karaman. Neyle karşılaşacaklarının merakı içindeyken kendi ifadeleri ile cennete düşmüşler. Okulu, hastanesi, atölyeleri, çocuk oyun alanları ile bir çiftliği andıran Aşiyan'da dört aydır çocuklardan ibaret bir dünyada yaşıyorlar. Çocukların ilgi ve sevgi ihtiyacını azıcık da olsa karşılamaya ve yalnızlıklarını gidermeye çalışıyorlar. Sükûnet içinde yaşayan 600'e yakın çocuk var bu devasa kuş yuvasında. Pastörize süt içmek istemiyoruz dedikleri için onlara 5 tane inek alacak kadar müşfik insanların himayesindeler. Memleketlerini özlediklerinde Muzafferabad'a gitmek de dâhil istedikleri her şeyi yapabiliyorlar.
Çocukların Mine Baci, Fikriye Baci diye hitap ettiği ablaları, onların bir çocuğu mutlu edecek her şeye sahip olduklarına inanıyor. Bir aile dışında... İlk geldiklerinde bütün vakitlerini dolduralım ki düşünmeye, üzülmeye vakitleri olmasın diye karar vermişler. Ama zamanla bunun mümkün olmadığını görmüşler. "Ne ile meşgul olurlarsa olsunlar küçücük bir an yetiyor elinizden kayıp gitmelerine. Çok mutlu olmalı diye düşündüğünüz bir anda öyle bir dalıyorlar ki, bakışları içinizi paramparça ediyor. Hiçbir çocuk ben annemi özledim demiyor. Dayanamadıkları anlar da oluyor tabii. 'Neredesin anneciğim' diye ağlayan bir çocuğu teselli etmenin imkanı yok..." diye anlatıyor Fikriye yaşadıklarını.
Dağlar üzerine kurulmuş olan Muzafferabad, isminin aksine aylardır âbâd olamamış. Bu sebeple Aşiyan'daki çocuklar çok şanslılar aslında. Aylarca dağlardan şehre inme imkânı bulamayan bir çocuk için oyun odası ve okuldan 24 saat sıcak suya kadar pek çok şeyin bulunduğu yeşillikler içinde bir yerde yaşamak büyük bir nimet. Ama yine de özlüyorlar evlerini. Aylar sonra gülmeye başlayan yüzler var aralarında. Yaşadıklarını yeni yeni anlayıp hüznü her geçen gün artanlar da. Mine ve Fikriye hal hatır soracak kadar Urduca öğrenmiş 4 ayda. Çocuklarla İngilizce/Urduca karışımı bir dille konuşuyorlar. Ama sıradan bir sohbetin ötesine geçemiyorlar. Kendi aralarında bile susmayı konuşmaya tercih ediyor çocuklar. Aylardır yüzlerinde minik bir tebessüm belirsin diye uğraşan ablalarının tek isteği hayatlarına siyah ve beyazın dışında birkaç renge daha yer açmaları. İlerde çocuklarına bir yetimhanede büyüdüklerini anlatırken Türk ablalarından öğrendikleri oyunları oynatmaları.
Yetimhanedeki çocukların çoğunluğu ilköğretim yaşında. Kendi ayakları üzerinde durmaları için uzunca bir zaman ve yardım gerekiyor. Anne ve babalarını kaybetmiş çocukların kendilerine model alabilecekleri abla ve ağabeylere ihtiyacı var. Burada Türkiye'den gelen gönüllüler devreye giriyor. İHH Başkanı Bülent Yıldırım yetim Peygamberin ümmeti, yetim cumhurbaşkanı Muhammed Enver Han'ın vatandaşı Keşmirli çocuklar için yapılanların yeterli olmadığını düşünüyor. Yetimhaneler henüz kurulma aşamasında. Tamamına yakını yıkılmış okulların yerine yapılanlar ihtiyaca cevap verecek sayıda değil. Ve çocukların başını okşayacak daha fazla şefkat eline gerek var.
Pakistan'da depremin ilk günlerinden beri yardım faaliyetlerine katılan çok sayıda yabancı var. Aashiana'da çocuklara bilgisayar dersi veren Japon Shiho Kanto bunlardan sadece biri. Yetimhane projesini çok başarılı bulan Japon International Corporation Agency (JIKA) adına kampta bulunan Kanto, okulda verdiği derslerin dışında zaman zaman çocukları odalarında ziyaret edip onlara origami yapmayı öğretiyor. Küçük kağıtlarla akıllarına gelebilecek hemen her şeyi yapıp dolaplarının üzerini rengarenk kuşlar, gemiler ve kurbağalarla donatıyorlar. Tek amacının çocukları mutlu etmek olduğunu söyleyen Kanto, origami yaparken acılarının hafiflediğini ve mutlu olduklarını düşünüyor.
Yaralarını sarmaya çalışan Pakistan mümbit bir arazi gibi, atılan her tohum kısa sürede filiz veriyor. Muzafferabad sokaklarında dolaşan Türk gönüllülere 'yaptıklarınızı hiçbir zaman unutmayacağız, torunlarımız da unutmayacak. Bir gün torunlarımızla karşılaşırsanız sizi hatırlayacaklar.' diyen kadın, toplumun hissiyatına tercüman oluyor adeta. Ancak tecrübeler imdadına hemen karşılık verseler de Türklerin Pakistan'ı tanımadığını da ortaya koyuyor. Yardım malzemeleri arasında gelen ve aylardır depolarda duran kadın pantolon ve etekleri geleneksel kıyafet 'şalvar kamis'ten, konteynerler dolusu su ve şeker gönderilmesi dünyanın en zengin su kaynaklarına sahip olan Keşmir'de şeker kamışının sokaklarda satıldığından habersiz olduğumuzu ortaya koyuyor.
Yardım kurumlarının birer ikişer evlerine döndüğü Pakistan'da hâlâ yapılacak çok şey var. Türkiye'ye selam gönderen gönüllülerin bir de mesajı var: Pakistanlı çocuklar için herkes hangi duayı biliyorsa etsin, mutlaka birinin işine yarayacaktır.