15 Temmuz 2007 Pazar

Pakistan’ın gönüllü abi ve ablaları


Ayşe Adlı - Sayı: 596 - 08.05.2006


Depremin üzerinden 8 ay geçti. Ölü sayısı kayıtlarda 73 bin; fakat depremi yaşayanlar 200 binin iyimser bir rakam olduğu kanaatinde.
________________________________________
MUZAFFERABAD - ‘Depremin üzerinden çok az zaman geçmişti. Dağlardan indirilen hayatta kimsesi kalmamış yetimler, önce Muzafferabad'a getiriliyor, oradan İslamabad'daki yetimhaneye naklediliyordu. Ben de bütün hayatlarını geride bırakan ve nereye gittiğini bilmeyen bir minibüs dolusu çocukla yola çıktım. 6-7 saat süren yol boyunca ne zaman arkama dönüp baksam geride bıraktığımız yolları izleyen acılı gözler gördüm. Saatlerce sessiz sessiz ağladılar. Bu sahneyi unutmak da anlatmak da çok zor…" Pakistan depreminde kurtarma faaliyetlerine katılan İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı (İHH) görevlilerinden biri Hüseyin Oruç. "Ne zaman yetimler hakkında konuşmaya başlasam, anlatacaklarım yarım kalıyor." demesi, şahit olduğu acıların onda açtığı yaralardan kaynaklanıyor.

Pakistan depreminde, Keşmir'in dağları ve o dağlara serpiştirilmiş yıldızları andıran evlerle birlikte milyonlarca insanın hayatı da çöktü. O günlerde Mansera'dan, Balakot'tan, Muzafferabad'dan pek çok haber geldi Türkiye'ye. Dağlar çökmüş, kimilerinin bedeni, kimilerinin hayalleri kalmıştı altında. Gidenler, geride sayıları 35 bini bulan yetim bırakmıştı. Dağlardan kardelen misali toplanan acılı, korku içinde, kimsesiz 35 bin çocuk. Ve gidecek bir evi olmayan milyonlarca insan...

En büyük yardımı yapan ülkelerden biri Türkiye'ydi. Hem 17 Ağustos depreminin acısı hem de Kurtuluş Savaşı sırasında gönderecek parası olmadığı için çocuğunu satılığa çıkaran Pakistanlı kadına duyulan minnet borcu unutulmamıştı. Kalbinden vurulan Keşmir'den gelen haberlere dayanmak da mümkün değildi elbette. Depremin üzerinden 8 ay geçti. Muzafferabad sokaklarında yığılıp kalan evlerin enkazı, aradan geçen zamana inat olduğu gibi duruyor hâlâ. İnsanlar sessiz, mütevekkil geçip gidiyor yıkıntılar arasından. Tek başlarına ayağa kalkacak kadar güçlü olmasalar da başlarını dik tutmayı başarıyorlar.

Depreme, Ramazan yardımı götürdükleri Muzafferabad'a ulaşmak üzereyken yakalanan İHH ekipleri, ilk günden beri Keşmirlilerin de Pakistan yönetiminin de en yakın dostu adeta. 8 ay içinde yapılan tam teşekküllü 3 hastane, binlerce insanın sığındığı İslamabad, Muzafferabad ve Mansera'daki çadır kamplar, deprem konutları, milyonlarca insanın faydalandığı gıda, giyecek ve sağlık yardımı İHH imzası taşıyor. Sarsıntının şoku yavaş yavaş atlatılsa da yardımlar sürüyor. Aylardır kamplarda kalan Pakistanlılar köylerine geri dönerken yanlarına çadırlarıyla beraber bir yıl geçinebilecekleri kadar para ve en az bir ay idare edecek erzak veriliyor.

İHH faaliyetlerini gönüllüler aracılığı ile yürütüyor. Depremin ilk günlerinde yardım çalışmalarına katılanların sayısı yüzleri bulmuş. Doktorlar dağlarda tedavi edecek hasta ararken dünyanın dört bir yanından yardım için gelenlerden kimi enkaz altında kalanlara kimi her şeyini kaybeden çocuklara koşmuş. Giderken yardım malzemesi, dönüşte yetim ya da hasta taşımışlar sırtlarında. Aylarca Muzafferabad'da kalan Ali Çiftsüren ve Hamza Dinçer hem arama kurtarma çalışmalarında hem kampların kurulmasında görev almış. Her ikisi de üniversite eğitimi için gelmiş Türkiye'den. Ali 3 yıldır burada. Hamza ise depremden 1 gün önce inmiş İslamabad'a. Sokaklarda aylar sonra gülen yüzler görmeye başladığını söyleyen Ali, Keşmir bölgesinde ilk zamanlar bir insanın 24 saat ağlamasına yetecek hüzün ve keder olduğunu anlatıyor: "Gündüz sağlık hizmeti veren doktor ağabeyler geceleri ağlayarak geçiriyorlardı. Acılarını bir nebze olsun hafifletmek içindi tüm gayretimiz."

7 Ekim'de meydana gelen depremi takip eden günlerde öyle büyük acılara şahit olmuşlar ki, haftalar boyunca bir iki saatlik uyku ile idare etmek kimseye zor gelmemiş. Artık İslamabad'a okuluna dönmüş olsa da o günlerden geriye pek çok fotoğraf kalmış zihninde. 'Mesela' deyince bir yetim hikayesi anlatıyor: "Depremin ilk haftası Muzafferabad'daki kampa 4-5 yaşlarında bir çocuk geldi. Hiç durmadan ağlıyordu. Evi dağ köylerinden birindeymiş. Muzafferabad'a nasıl geldiğini kimse bilmiyordu. Urduca konuşamadığı için ne dediğini anlamıyorduk. Sonunda onu anlayan birini bulduk. Hıçkırıklar içinde 'Annem yok, galiba babam da... İki kardeşim vardı onları da hiç görmedim' diyordu. Tüm ailesini depremde kaybetmiş." Dağlarda yaşanan binlerce örnekten biri bu Ali'ye göre. Çünkü hâlâ ulaşılamayan köyler, yardım edilemeyen insanlar ve muhtemelen buna benzeyen pek çok hikâye var.

6 ay Muzafferabad'da kalan Hamza için de en unutulamaz olan yetim çocukların yaşadıkları. Biri kucağında diğeri dizlerine yapışmış iki küçük kardeşi ile yardım isteyen bir çocuk geliyor gözlerinin önüne. Bir de yetimlerin İslamabad'a gönderildikleri gün Muzafferabad'da kalan yakınlarının döktüğü gözyaşları. Hamza, Pakistan halkının sarsıntıyı kolay atlattığı kanaatinde. Depremden aylar sonra dağlardan yürüyerek gelen, kırık kolu ya da bacağı yolda kaynayan yüzlerce insan görmüş. Bu sebeple uzun zaman sonra yüzlerin güldüğünü görmek onu çok mutlu ediyor. Keşmir'de yüzlerce insanın başlattığı çalışmaları şimdi çadır kampta kalan iki genç sürdürüyor. Türkiye'den iki ay önce gelen Mustafa Olgun ve Reşat Başer güne çocuklarla beraber başlıyor. Kampın temizliğinden okuldaki derslerin düzenine kadar her şeyle ilgilenseler de gelmelerinin öncelikli sebebi Mart ayı sonunda açılan tam teşekküllü hastanenin kurulmasına yardım etmek ve çocuklarla oyun oynamak. Deprem zamanı ulaşılabilen en uç noktaya kurulan kampın artık boşaltılması gerekiyor. Buna rağmen 206 çadırda yaşayan 263 aileden hiçbiri henüz ayrılmamış. Ülkenin yemek ve temizlik alışkanlıkları bir Türk için çok zorlaştırıyor hayatı. Reşat ve Mustafa da geldikten bir ay sonra Afgan kampında doyasıya yemek yemiş. Bunu tebessümle anlatırken, 'Ama buradaki insanlar hele çocuklar bu şartlarda yaşayabiliyorsa bizim de yaşamamız gerek.' diye eklemeyi de ihmal etmiyorlar. Onları bir hafta sonra ayrılacakları Pakistan'a bağlayan da yine acısını gizleyemeyen bakışlar. Kendilerine Pakistan'ı soranlara duygularını ifade edememekten yakınıyorlar. Sessiz çığlıklar atan bakışlardaki manayı anlatmak mümkün mü ki… Urduca bilmiyorlar ama ne iletişim kurmak için ne de gözyaşlarına eşlik etmek için konuşmalarına gerek kalmış. Büyüklerin yanına oturup gözlerine bakmış, çocuklara sarılmış ve oyunlar oynamışlar. Şimdi tam dönüş zamanı gelmişken Pakistan'a tekrar gelme planları yapıyorlar.

DEPREM EN FAZLA ÇOCUKLARI VURDU

Depremzedelerin hayatını kolaylaştırmak için peş peşe projeler başlatan İHH'nın adı, Pakistan'da en fazla yetimlerle birlikte anılıyor. Kurtarma çalışmaları esnasında dağ dağ, köy köy dolaşan yüzlerce İHH gönüllüsü, yardım malzemesi götürdüğü köylerden yetim ve hastalarla geri dönmüş. Kadınların fuhuş, çocukların organ mafyasına kurban gitmemesi için yüzlerce gönüllü gecesini gündüzüne katmış. Bu hassasiyetin sonucunda şu anda Pakistan'da yetimhane açma ve Keşmir dışına yetim çıkarma yetkisine sahip tek kurum İHH. 4 ayrı şehirde bin civarında çocukla birlikte yüzlerce dul kadına ev sahipliği yapan yetimhanelere kısa süre sonra 3 yenisi eklenecek. Zira her hafta onlarca çocuk gelmeye devam ediyor ve rakam hızla yükseliyor.

Kadınlara ve çocuklara gösterilen bu ihtimam, savunmasız olmalarından kaynaklanıyor. Bir de en ücra köşelere kadar ulaşan misyoner kuruluşlardan. Yardım için gelenler teker teker ülkelerine dönerken kalanlar niyetlerini açık etmekten çekinmiyor. Nitekim geçen ay 'Bundan sonra misyonerlik faaliyeti yapacağız' açıklamasıyla 20 Pakistanlı işçinin istifasına yol açan kurum gösterilen adreslerden sadece biri. Depremden sonra çocukların yurtdışına çıkarılması resmen yasak olsa da kısa süre içinde binlerce çocuğun misyonerler tarafından kaçırıldığı söylentisi de kulaktan kulağa dolaşıyor. Bu ortamda İHH'nın açtığı 4 yetimhane ve açmaya hazırlandığı okul ve yeni kamplar Pakistan hükümetinin gözdesi durumunda. Sosyal Hizmet Bakanı Zübeyde Celal İslamabad'daki Aşiyan’da yapılan hemen her çalışmaya katılıyor. Gelen her yabancı misafire gezdirilen yer de yine burası.

Ellerinden tutulan yüzlerce yetimin acısını dindirmek ve yarınlarını güzelleştirmek için yapılıyor ne yapılıyorsa. Küçük bir şehri andıran ve adına kuş yuvası denen yetimhaneler korkudan; peş peşe temeli atılan okullar gelecekten emin olmaları için. Rawal Pindi'de, İslamabad'da, Haripur'da, Attarshesha'da rahat ve mutlu olmaları için her şey düşünülmüş. Taze süt içmeleri için 5 inekleri, ana okulundan liseye kadar okulları, oyun alanları, hastaneleri… Eğitimlerinin aralıksız sürmesi için uzun vadede bir üniversite de kurulacak. Yeni yetimhanelerin, okulların, köylerin inşa edileceği araziler hazır. Bütün bunlar daha çok taze olan acıları hafifletmeye yetmiyor yine de.

10 yaşındaki Ali Asghar kompozisyon ödevinde nehirden akan cesetleri anlatırken enkaz altından 3 gün sonra çıkarılan Hüma, 13 ameliyat geçirmesine rağmen hâlâ yürüyemiyor. Annesini, babasını kaybetmiş; yüksek dağların eteklerine kurulmuş, kıvrıla kıvrıla ilerleyen yolları, dağlardan akan buz gibi suları olan Keşmir'den evlerinin çok uzağındaki yetimhanelere getirilmiş küçücük çocukların ne düşündüğünü bilmek çok zor. Çünkü hissettiklerini anlatmak istemiyorlar. Yalnızlıklarını ancak kucağınıza aldığınız bir çocuğun başını saatlerce göğsünüzden kaldırmamasından ya da birine gülümsediğinizde çevrenizde aynı ilgiyi bekleyen onlarca çocuğun belirivermesinden anlıyorsunuz. Acılarını anlamak için gözlerine bakmanız gerekiyor. Çok erken büyümüş, mahzun gözlere. Büyük bir acı yaşandığı muhakkak ama ağlayan çocuk görmek bile zor.

PAKİSTANLI YETİMLERE TÜRK ABLA

Can kaybının yüz binleri bulduğu depremde bir neslin kaybedildiği söyleniyor. Kalanların hayata dönmesi içinse elden gelen yapılıyor. Acısını feryatsız figansız yaşayan deprem çocuklarının en iyi arkadaşı gönüllü ablalar. İslamabad'daki Aşiyan kampında bulunan ikisi Türk, ikisi Japon dört gönüllünün tek işi her an çocuklarla olmak. Pakistan hakkında çok az şey bilerek yola çıkmış Mine Karakaş ve Fikriye Karaman. Neyle karşılaşacaklarının merakı içindeyken kendi ifadeleri ile cennete düşmüşler. Okulu, hastanesi, atölyeleri, çocuk oyun alanları ile bir çiftliği andıran Aşiyan'da dört aydır çocuklardan ibaret bir dünyada yaşıyorlar. Çocukların ilgi ve sevgi ihtiyacını azıcık da olsa karşılamaya ve yalnızlıklarını gidermeye çalışıyorlar. Sükûnet içinde yaşayan 600'e yakın çocuk var bu devasa kuş yuvasında. Pastörize süt içmek istemiyoruz dedikleri için onlara 5 tane inek alacak kadar müşfik insanların himayesindeler. Memleketlerini özlediklerinde Muzafferabad'a gitmek de dâhil istedikleri her şeyi yapabiliyorlar.

Çocukların Mine Baci, Fikriye Baci diye hitap ettiği ablaları, onların bir çocuğu mutlu edecek her şeye sahip olduklarına inanıyor. Bir aile dışında... İlk geldiklerinde bütün vakitlerini dolduralım ki düşünmeye, üzülmeye vakitleri olmasın diye karar vermişler. Ama zamanla bunun mümkün olmadığını görmüşler. "Ne ile meşgul olurlarsa olsunlar küçücük bir an yetiyor elinizden kayıp gitmelerine. Çok mutlu olmalı diye düşündüğünüz bir anda öyle bir dalıyorlar ki, bakışları içinizi paramparça ediyor. Hiçbir çocuk ben annemi özledim demiyor. Dayanamadıkları anlar da oluyor tabii. 'Neredesin anneciğim' diye ağlayan bir çocuğu teselli etmenin imkanı yok..." diye anlatıyor Fikriye yaşadıklarını.

Dağlar üzerine kurulmuş olan Muzafferabad, isminin aksine aylardır âbâd olamamış. Bu sebeple Aşiyan'daki çocuklar çok şanslılar aslında. Aylarca dağlardan şehre inme imkânı bulamayan bir çocuk için oyun odası ve okuldan 24 saat sıcak suya kadar pek çok şeyin bulunduğu yeşillikler içinde bir yerde yaşamak büyük bir nimet. Ama yine de özlüyorlar evlerini. Aylar sonra gülmeye başlayan yüzler var aralarında. Yaşadıklarını yeni yeni anlayıp hüznü her geçen gün artanlar da. Mine ve Fikriye hal hatır soracak kadar Urduca öğrenmiş 4 ayda. Çocuklarla İngilizce/Urduca karışımı bir dille konuşuyorlar. Ama sıradan bir sohbetin ötesine geçemiyorlar. Kendi aralarında bile susmayı konuşmaya tercih ediyor çocuklar. Aylardır yüzlerinde minik bir tebessüm belirsin diye uğraşan ablalarının tek isteği hayatlarına siyah ve beyazın dışında birkaç renge daha yer açmaları. İlerde çocuklarına bir yetimhanede büyüdüklerini anlatırken Türk ablalarından öğrendikleri oyunları oynatmaları.

Yetimhanedeki çocukların çoğunluğu ilköğretim yaşında. Kendi ayakları üzerinde durmaları için uzunca bir zaman ve yardım gerekiyor. Anne ve babalarını kaybetmiş çocukların kendilerine model alabilecekleri abla ve ağabeylere ihtiyacı var. Burada Türkiye'den gelen gönüllüler devreye giriyor. İHH Başkanı Bülent Yıldırım yetim Peygamberin ümmeti, yetim cumhurbaşkanı Muhammed Enver Han'ın vatandaşı Keşmirli çocuklar için yapılanların yeterli olmadığını düşünüyor. Yetimhaneler henüz kurulma aşamasında. Tamamına yakını yıkılmış okulların yerine yapılanlar ihtiyaca cevap verecek sayıda değil. Ve çocukların başını okşayacak daha fazla şefkat eline gerek var.

Pakistan'da depremin ilk günlerinden beri yardım faaliyetlerine katılan çok sayıda yabancı var. Aashiana'da çocuklara bilgisayar dersi veren Japon Shiho Kanto bunlardan sadece biri. Yetimhane projesini çok başarılı bulan Japon International Corporation Agency (JIKA) adına kampta bulunan Kanto, okulda verdiği derslerin dışında zaman zaman çocukları odalarında ziyaret edip onlara origami yapmayı öğretiyor. Küçük kağıtlarla akıllarına gelebilecek hemen her şeyi yapıp dolaplarının üzerini rengarenk kuşlar, gemiler ve kurbağalarla donatıyorlar. Tek amacının çocukları mutlu etmek olduğunu söyleyen Kanto, origami yaparken acılarının hafiflediğini ve mutlu olduklarını düşünüyor.

Yaralarını sarmaya çalışan Pakistan mümbit bir arazi gibi, atılan her tohum kısa sürede filiz veriyor. Muzafferabad sokaklarında dolaşan Türk gönüllülere 'yaptıklarınızı hiçbir zaman unutmayacağız, torunlarımız da unutmayacak. Bir gün torunlarımızla karşılaşırsanız sizi hatırlayacaklar.' diyen kadın, toplumun hissiyatına tercüman oluyor adeta. Ancak tecrübeler imdadına hemen karşılık verseler de Türklerin Pakistan'ı tanımadığını da ortaya koyuyor. Yardım malzemeleri arasında gelen ve aylardır depolarda duran kadın pantolon ve etekleri geleneksel kıyafet 'şalvar kamis'ten, konteynerler dolusu su ve şeker gönderilmesi dünyanın en zengin su kaynaklarına sahip olan Keşmir'de şeker kamışının sokaklarda satıldığından habersiz olduğumuzu ortaya koyuyor.

Yardım kurumlarının birer ikişer evlerine döndüğü Pakistan'da hâlâ yapılacak çok şey var. Türkiye'ye selam gönderen gönüllülerin bir de mesajı var: Pakistanlı çocuklar için herkes hangi duayı biliyorsa etsin, mutlaka birinin işine yarayacaktır.

İHH` dan Pakistan` a şefkat eli



Tarih : 11:14:09 08.05.2006
________________________________________
8 Ekim 2005 tarihinde meydana gelen deprem felaketinin ardından zor günler geçiren Pakistan, yaralarını sarıyor. Pakistan halkının en büyük destekçileri ise, başta İHH olmak üzere Kızılay ve Deniz Feneri gibi Türk kuruluşları... Özellikle İHH’nın Pakistanlı minik yetimler için yaptığı çalışmalar dikkat çekici. Hali hazırda 2500’den fazla yetimi istihdam eden İHH, 3 yeni yetimhane daha açmaya hazırlanıyor.

MİNE, YETİMLERE ANNELİK YAPIYOR
İHH’nın açtığı yetimhanelerde Pakistanlı çocukları geleceğe hazırlayan Türk kızlarından biri de İstanbullu Mine Karakaş... Başörtüsü yasağı yüzünden Niğde Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bırakmak zorunda kalan Karakaş, depremin ardından kısa bir süre sonra İHH gönüllüsü olarak Pakistan’a gelmiş. Yetimlerle ilgilenmekten dolayı son derece mutlu olduğunu kaydeden Karakaş; “İlk başlarda biraz zorlandım. Çünkü, farklı bir kültürün hakim olduğu bir coğrafyada yaşamanın birtakım zorlukları oluyor. Ayrıca anne ve babanızı, kardeşlerinizi özlüyorsunuz. Fakat artık alıştım. Son derece güzel günler yaşıyorum. Yetimlere hizmet etmek, onlara yeni şeyler öğretmek çok hoş bir duygu” dedi.

AŞİYANA: PAKİSTAN’IN EN BÜYÜK YETİMHANESİ
İHH’nın Pakistan’da açtığı en büyük yetimhane olan Aşiyana Yetimhanesi, 400 dönümlük bir alana kurulu... İslâmabad’a 55 dakika uzaklıktaki bir bölgede bulunan yetimhane, 408 oda ve 35 bloktan oluşuyor. Yetimhanede 466 yetim bulunurken, bu sayı her geçen gün artıyor. 120’den fazla Türk ve Pakistanlı İHH gönüllüsü Aşiyana sakinlerine hizmet veriyor. Yetimler burada kendi dillerinin yanında İngilizce de öğreniyor. Bilgisayar odaları, sağlık ocağı, çocuk parkları ve oyun odaları da Aşiyana’da kalan yetimlerin hizmetinde... Ayrıca yetimhanede kalan dul kadınları meslek sahibi yapmak için düzenli olarak dikiş nakış kursları veriliyor.
Vakit muhabiri Adem Özköse, İHH’nın yetim merkezlerinde barınan Pakistanlı çocukları ziyaret etti.
İHH’nın açtığı yetimhanelerde Pakistanlı çocukları geleceğe hazırlayan Türk kızlarından biri de İstanbullu Mine Karakaş.

(vakit gazatesi )

time `dan önce mine karakaş



Mine Karakaş - Sayı: 594 - 24.04.2006


İkbal’in torunlarına Türk yuvası

Depremde ailesini kaybedip İHH’nın kampında barınan Pakistanlı çocukların sevdiklerine duydukları özlemin telafisi yok.
İSLAMABAD - Pakistan'da yetim çocuklar. Okul dönüşü evlerini bulamadılar. Evlerini ve mutfakta yemek pişiren annelerini… Henüz emekleyen kardeşlerini ve gelinlik çağdaki ablalarını… Sonrası malûm. Yuvadan düşmüş kuş gibi kaldılar orta yerde. Gözleri korkuyla büyümüş, kolları kanatları kırılmış. Sonra birer birer kaybolmaya başladılar. Gazeteler, çocuk mafyasından söz ediyordu ve kimseler o çocukların nereye gittiğini bilmiyordu. Sonunda kardeş ülke Türkiye imdada yetişti. Çocuklar bu kez bir kuş yuvasına düştü; Aashiana'ya. Ne güzeldir ki, kelime anlamı tam da böyleydi: kuş yuvası…Kapı açılır ve uzun ince bir yoldan girilir Aashiana'ya, yetimlerin yüreğine… İki yanı ağaçlık ve her birinden süzülen renk cümbüşünün yaşandığı, kuşların ve çocukların sesleriyle coştuğu bu kompleks, adımlarıyla yeni tanışan bebeğin, bisiklet sürmeyi öğrenmeye çalışan çocuğun ve başını öne eğip derin düşüncelere dalan gencin mekânı.Bir tatil köyünü andıran Aashiana Kampı, 8 Ekim 2005 tarihinde Pakistan depreminden sonra İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı (İHH) tarafından yetimler ve dulların barınması için bin dönümlük arazi üzerine kurulmuş. Pakistan'ın başkenti İslamabad'daki 1200 kişi kapasiteli tesiste 508 yetim, 51 dul ve 120 işçi yaşıyor. Burada ikamet edenlerin tüm ihtiyaçları yine İHH tarafından karşılanıyor.Tesis inşa edilirken, depremde sahip oldukları her şeyi kaybeden, bakıma muhtaç kadın ve çocukların sadece bugünü değil geleceği de düşünülmüş. Tesiste yatakhane, yemekhane gibi günlük kulanım alanlarının yanında okul ve hastane de var. Kadınlar dikiş atölyelerinde hem ihtiyaçlarını gidermek hem de para kazanmak için çalışırken çocuklar kendileri için inşa edilmiş alanlarda spor yapıyor.Yardıma muhtaç yüzlerce insanı çatısı altına alan Aashiana'da ihtiyaç duyulabilecek her şey düşünülmüş hâsılı. Giderilemeyen tek eksiklik okunuyor yüzlerden: Özlem. Aileleri ve sevdikleri dışında kendi şehirlerini de özlüyor çocuklar... Burada kendilerine sunulan güzelliklerin ve Muzaffarabad'daki çadır hayatının zorluğunu bilseler de hatıralarını bile geride bırakmış olmaktan inciniyorlar. 559 kişi hep birlikte hayatlarını güzelleştirme gayreti içinde. Biliyorlar ki herkesin derdi kendine ağır, kimse kimseyi huzursuz etmek istemiyor… Yetimler kampı, işte bu yüzden kavgasız, gürültüsüz bir mekân. Herkes kendi sorumluluğunu yüklenmiş durumda. Bazen yanlış iliklenmiş bir gömlek düğmesi, bazen ters giyilmiş pabuçlar… Sabahın erken saatinde hiç kimse tarafından ikaza gerek duymadan okul için ilk adımlar atılıyor. Her yeni güne Muhammed İkbal'in şiirinden alınmış bir dua ile başlıyorlar.YETİM VE ÖKSÜZLERİN HAZİN HİKAYELERİSakhawat, 11 yaşında. Yüreğinden gözlerine yansımış bir buruklukla yaşıyor aylardır. Bir annenin yokluğu başka nasıl anlatılır ki… Aashiana'da yaşayan tek yetim oymuş gibi hüzünlü. Anne ve babasını depremde kaybetmiş, dokuz yaşındaki erkek kardeşi de onunla birlikte bu kampta kalıyor. "Başka kardeşin var mı?" sorusuna cevap verirken gözleri dolu: "Bas… Yeter." Kampta dolaşırken karşılaştığımız her sima bu kelimenin ağırlığını bir kat daha artırıyor. Sakhawat, deprem esnasında okuldaymış. Dönüşte yıkık bir ev ve anne-babasının cansız bedeniyle karşılaşmış.Aashiana'daki çocuklardan bir başkası Shuqufta. "Annem nerede?" diye hıçkırıklarla ağlarken "Acaba alışacak mı ya da alışmak mümkün mü?" diye soruyor herkes birbirine. Ve diğer çocuklar kapının aralığından hüzünlü ve cevapsız gözlerle seyrediyorlar arkadaşlarını. Hepsi kederli. Küçük kardeşi duvara dayanmış sessizce izliyor çevresini.Ailesiyle beraber uyumayı alışkanlık haline getirmiş bir çocuk her defasında yalvararak bir kez daha uyumak ister onlarla. Her defasında aynı sözü vererek; "Bu son." Mathiullah da en çok sevdiği şeyin babasının omzunda uyumak olduğunu anlatıyor. Henüz 8 yaşında ve geç saatlere kadar uyuyamıyor artık. Yaşadığı her şeyin farkında. Deprem onu da okulda yakalamış. "Yüzümü kapatıp ağlıyordum. Gözyaşlarım ellerimden akıyordu." diye anlatıyor. Eve vardığında bir harabe ile karşılaşmış. Bir de ailesinin enkaz altında kaldığı haberiyle. Yalnızca babası ve erkek kardeşinin cesedine ulaşılınca annesi ile kız kardeşinin kurtulduğuna inanmış Mathiullah. Ama onlardan da haber alamamış. Deprem sonrasında askerler tarafından geçici olarak bir yardım kuruluşuna bırakılmış. Oradan da bir ailenin yanına geçmiş. Aile, eğitimini ve geleceğini düşünerek Aashiana'ya getirmiş sonra. Elinde kendini kampa bırakan ailenin bir fotoğrafı ve arkasında bir telefon numarası... Kampa bırakıldığı ilk gün hiç konuşmadan sürekli ağlamış. Konuşmasının da bir anlamı yok; çünkü onu anlayan birini bulmak çok zor. Zira 559 kişi içinde sadece 4 ya da 5 kişinin bildiği bir dili konuşuyor.Annelerini kaybetmiş çocukların bakışlarındaki derinlik göz göze gelen herkesi yaralıyor. Anlatmak istemedikleri hikâyelerini ağır ağır yansıtıyorlar gözleriyle. Ülfet, annesini ve kardeşini depremde kaybeden 3 kardeşinin bakımını üstlenmek zorunda kalan yüzlerce çocuktan biri sadece. Babaları depremden birkaç saat önce Suudi Arabistan'a gitmek için evden ayrılmış. İki yıl sonra döneceğinden başka bir şey bilmiyorlar. Hep gülümseyen bir ifade var yüzünde. Kucağından hiç bırakmadığı 2 yaşındaki kardeşi yürüyebiliyor; ama o tüm ısrarlara rağmen indirmiyor kucağından. Bir sabah amcasının ziyaretinden sonra ilk kez ağlarken görmüş kamp yetkilileri onu. Köyüne geri dönmek istiyormuş. Abdülmecid, diğer adıyla Oringzab karşılaştığı herkese Rahman suresinin ilk ayetini okuyor. O okumaktan etraftakiler dinlemekten memnun. Annesi Oringzab, babası Abdülmecid diye sesleniyormuş şimdi Abdülmecid diye çağırılmak istiyor. Öyle güzel bir tebessüm var ki yüzünde bir çocuk ancak bu kadar zevk alabilir hayattan diye düşünüyorsunuz. Sanırsınız ki hayatta istediği her şeye sahip… Bazen gizli gizli ağladığını görenler olsa da kimse bilmiyor sebebini. Küçücük yüreğinde neler olup bittiğini anlatmaktansa susmayı tercih ediyor. Geçtiğimiz aylarda İHH tarafından İstanbul'a davet edilen çocuklardan biri Abdülmecid. Hâlâ anlattığı İstanbul'u hiç unutmayacağını söylüyor. Günün birinde eline fırsat geçerse gitmek istediği ilk yer de Türkiye. Bir dokunuş çok kıymetli bir hediye onlar için. Hele bir de ellerinden tutup adımlarına eşlik ediyorsanız... Minnacık ellerinde bağırlarına dayadıkları Kur'an-ı Kerim cüzleriyle her sabah aheste aheste gidiyorlar camiye. Sonra ince bir o kadarda huzurlu bir seda yayılıyor Aashiana'dan semaya…
*Aashiana Kampı Gönüllü Yöneticisi

14 Temmuz 2007 Cumartesi