
Mine Karakaş - Sayı: 594 - 24.04.2006
İkbal’in torunlarına Türk yuvası
Depremde ailesini kaybedip İHH’nın kampında barınan Pakistanlı çocukların sevdiklerine duydukları özlemin telafisi yok.
İSLAMABAD - Pakistan'da yetim çocuklar. Okul dönüşü evlerini bulamadılar. Evlerini ve mutfakta yemek pişiren annelerini… Henüz emekleyen kardeşlerini ve gelinlik çağdaki ablalarını… Sonrası malûm. Yuvadan düşmüş kuş gibi kaldılar orta yerde. Gözleri korkuyla büyümüş, kolları kanatları kırılmış. Sonra birer birer kaybolmaya başladılar. Gazeteler, çocuk mafyasından söz ediyordu ve kimseler o çocukların nereye gittiğini bilmiyordu. Sonunda kardeş ülke Türkiye imdada yetişti. Çocuklar bu kez bir kuş yuvasına düştü; Aashiana'ya. Ne güzeldir ki, kelime anlamı tam da böyleydi: kuş yuvası…Kapı açılır ve uzun ince bir yoldan girilir Aashiana'ya, yetimlerin yüreğine… İki yanı ağaçlık ve her birinden süzülen renk cümbüşünün yaşandığı, kuşların ve çocukların sesleriyle coştuğu bu kompleks, adımlarıyla yeni tanışan bebeğin, bisiklet sürmeyi öğrenmeye çalışan çocuğun ve başını öne eğip derin düşüncelere dalan gencin mekânı.Bir tatil köyünü andıran Aashiana Kampı, 8 Ekim 2005 tarihinde Pakistan depreminden sonra İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı (İHH) tarafından yetimler ve dulların barınması için bin dönümlük arazi üzerine kurulmuş. Pakistan'ın başkenti İslamabad'daki 1200 kişi kapasiteli tesiste 508 yetim, 51 dul ve 120 işçi yaşıyor. Burada ikamet edenlerin tüm ihtiyaçları yine İHH tarafından karşılanıyor.Tesis inşa edilirken, depremde sahip oldukları her şeyi kaybeden, bakıma muhtaç kadın ve çocukların sadece bugünü değil geleceği de düşünülmüş. Tesiste yatakhane, yemekhane gibi günlük kulanım alanlarının yanında okul ve hastane de var. Kadınlar dikiş atölyelerinde hem ihtiyaçlarını gidermek hem de para kazanmak için çalışırken çocuklar kendileri için inşa edilmiş alanlarda spor yapıyor.Yardıma muhtaç yüzlerce insanı çatısı altına alan Aashiana'da ihtiyaç duyulabilecek her şey düşünülmüş hâsılı. Giderilemeyen tek eksiklik okunuyor yüzlerden: Özlem. Aileleri ve sevdikleri dışında kendi şehirlerini de özlüyor çocuklar... Burada kendilerine sunulan güzelliklerin ve Muzaffarabad'daki çadır hayatının zorluğunu bilseler de hatıralarını bile geride bırakmış olmaktan inciniyorlar. 559 kişi hep birlikte hayatlarını güzelleştirme gayreti içinde. Biliyorlar ki herkesin derdi kendine ağır, kimse kimseyi huzursuz etmek istemiyor… Yetimler kampı, işte bu yüzden kavgasız, gürültüsüz bir mekân. Herkes kendi sorumluluğunu yüklenmiş durumda. Bazen yanlış iliklenmiş bir gömlek düğmesi, bazen ters giyilmiş pabuçlar… Sabahın erken saatinde hiç kimse tarafından ikaza gerek duymadan okul için ilk adımlar atılıyor. Her yeni güne Muhammed İkbal'in şiirinden alınmış bir dua ile başlıyorlar.YETİM VE ÖKSÜZLERİN HAZİN HİKAYELERİSakhawat, 11 yaşında. Yüreğinden gözlerine yansımış bir buruklukla yaşıyor aylardır. Bir annenin yokluğu başka nasıl anlatılır ki… Aashiana'da yaşayan tek yetim oymuş gibi hüzünlü. Anne ve babasını depremde kaybetmiş, dokuz yaşındaki erkek kardeşi de onunla birlikte bu kampta kalıyor. "Başka kardeşin var mı?" sorusuna cevap verirken gözleri dolu: "Bas… Yeter." Kampta dolaşırken karşılaştığımız her sima bu kelimenin ağırlığını bir kat daha artırıyor. Sakhawat, deprem esnasında okuldaymış. Dönüşte yıkık bir ev ve anne-babasının cansız bedeniyle karşılaşmış.Aashiana'daki çocuklardan bir başkası Shuqufta. "Annem nerede?" diye hıçkırıklarla ağlarken "Acaba alışacak mı ya da alışmak mümkün mü?" diye soruyor herkes birbirine. Ve diğer çocuklar kapının aralığından hüzünlü ve cevapsız gözlerle seyrediyorlar arkadaşlarını. Hepsi kederli. Küçük kardeşi duvara dayanmış sessizce izliyor çevresini.Ailesiyle beraber uyumayı alışkanlık haline getirmiş bir çocuk her defasında yalvararak bir kez daha uyumak ister onlarla. Her defasında aynı sözü vererek; "Bu son." Mathiullah da en çok sevdiği şeyin babasının omzunda uyumak olduğunu anlatıyor. Henüz 8 yaşında ve geç saatlere kadar uyuyamıyor artık. Yaşadığı her şeyin farkında. Deprem onu da okulda yakalamış. "Yüzümü kapatıp ağlıyordum. Gözyaşlarım ellerimden akıyordu." diye anlatıyor. Eve vardığında bir harabe ile karşılaşmış. Bir de ailesinin enkaz altında kaldığı haberiyle. Yalnızca babası ve erkek kardeşinin cesedine ulaşılınca annesi ile kız kardeşinin kurtulduğuna inanmış Mathiullah. Ama onlardan da haber alamamış. Deprem sonrasında askerler tarafından geçici olarak bir yardım kuruluşuna bırakılmış. Oradan da bir ailenin yanına geçmiş. Aile, eğitimini ve geleceğini düşünerek Aashiana'ya getirmiş sonra. Elinde kendini kampa bırakan ailenin bir fotoğrafı ve arkasında bir telefon numarası... Kampa bırakıldığı ilk gün hiç konuşmadan sürekli ağlamış. Konuşmasının da bir anlamı yok; çünkü onu anlayan birini bulmak çok zor. Zira 559 kişi içinde sadece 4 ya da 5 kişinin bildiği bir dili konuşuyor.Annelerini kaybetmiş çocukların bakışlarındaki derinlik göz göze gelen herkesi yaralıyor. Anlatmak istemedikleri hikâyelerini ağır ağır yansıtıyorlar gözleriyle. Ülfet, annesini ve kardeşini depremde kaybeden 3 kardeşinin bakımını üstlenmek zorunda kalan yüzlerce çocuktan biri sadece. Babaları depremden birkaç saat önce Suudi Arabistan'a gitmek için evden ayrılmış. İki yıl sonra döneceğinden başka bir şey bilmiyorlar. Hep gülümseyen bir ifade var yüzünde. Kucağından hiç bırakmadığı 2 yaşındaki kardeşi yürüyebiliyor; ama o tüm ısrarlara rağmen indirmiyor kucağından. Bir sabah amcasının ziyaretinden sonra ilk kez ağlarken görmüş kamp yetkilileri onu. Köyüne geri dönmek istiyormuş. Abdülmecid, diğer adıyla Oringzab karşılaştığı herkese Rahman suresinin ilk ayetini okuyor. O okumaktan etraftakiler dinlemekten memnun. Annesi Oringzab, babası Abdülmecid diye sesleniyormuş şimdi Abdülmecid diye çağırılmak istiyor. Öyle güzel bir tebessüm var ki yüzünde bir çocuk ancak bu kadar zevk alabilir hayattan diye düşünüyorsunuz. Sanırsınız ki hayatta istediği her şeye sahip… Bazen gizli gizli ağladığını görenler olsa da kimse bilmiyor sebebini. Küçücük yüreğinde neler olup bittiğini anlatmaktansa susmayı tercih ediyor. Geçtiğimiz aylarda İHH tarafından İstanbul'a davet edilen çocuklardan biri Abdülmecid. Hâlâ anlattığı İstanbul'u hiç unutmayacağını söylüyor. Günün birinde eline fırsat geçerse gitmek istediği ilk yer de Türkiye. Bir dokunuş çok kıymetli bir hediye onlar için. Hele bir de ellerinden tutup adımlarına eşlik ediyorsanız... Minnacık ellerinde bağırlarına dayadıkları Kur'an-ı Kerim cüzleriyle her sabah aheste aheste gidiyorlar camiye. Sonra ince bir o kadarda huzurlu bir seda yayılıyor Aashiana'dan semaya…
*Aashiana Kampı Gönüllü Yöneticisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder